Friend
Sorunu sor hemen cevaplansın.
friend teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- dost
Örnek Cümle:
Gerçek dostluk paha biçilmezdir.
-True friendship is priceless.
Örnek Cümle:
Benim en iyi dostum bir kitaptır.
-My best friend is a book.
- ahbap {i}
- arkadaş
Örnek Cümle:
Süngerbob ve Patrick arkadaştır.
-Spongebob and Patrick are friends.
Örnek Cümle:
Beni seven bir arkadaşım var.
-I have a friend who loves me.
- koruyan kimse
- have a friend at court mahkemede dayısı olmak
- tanıdık {i}
Örnek Cümle:
Japonların tanıdıklarına karşı çok cana yakın oldukları ve tanımadıklarına çok ilgisiz oldukları söyleniyor.
-It is said that the Japanese are very friendly to those that they know, and very indifferent to those they don't.
Örnek Cümle:
O gerçekten bir arkadaş değil, sadece bir tanıdık.
-He is not really a friend, just an acquaintance.
- can
Örnek Cümle:
Tom hâlâ tamamen eskisi kadar arkadaş canlısı.
-Tom is still just as friendly as he used to be.
Örnek Cümle:
Tom Mary'nin o kadar cana yakın olacağını ummuyordu.
-Tom didn't expect Mary to be so friendly.
- yoldaş
- ayaktaş
- dostça davranmak
- Kuveykır mezhebine mensup kimse
- destek {i}
Örnek Cümle:
Beni zeka olarak destekleyecek çok arkadaşım var.
-I have a lot of friends to support me mentally.
Örnek Cümle:
Sevgili bir arkadaşım tarafından desteklendim.
-I was aided by a dear friend.
- arkası olmak
- yardımcı {i}
Örnek Cümle:
Ben bir arkadaşa yardımcı olmaya çalışıyorum.
-I'm trying to help a friend.
Örnek Cümle:
Ben bu işi bir arkadaşa yardımcı olmak için yapıyorum.
-I'm doing this job to help a friend.
- Enis (isim)
- Enise (isim)
- yakın
Örnek Cümle:
Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.
-My boyfriend is smart, handsome, and friendly too.
Örnek Cümle:
Köpekler insanın en yakın arkadaşlarıdır.
-Dogs are man's closest friends.
- arkadaşı
- arkadaşın
- yaren
- yâr
- individual
- (Hukuk) bireysel
Bireysel özgürlüklere saygılı olmalıyız.
-We must respect individual liberty.
Bireysel özgürlük demokrasinin temelidir.
-Individual freedom is the foundation of democracy.
- Guy
- {i} adam
İş yerindeki adamların karının seni başka bir kadın için terk ettiğini duyuncaya kadar bekle.
-Wait till the guys at work hear that your wife left you for another woman.
Ne! Sen hâlâ o adamla birlikte misin? ve biz cevaplarız: Ne yapabilirim! Onu seviyorum!
-What! You're still with that guy? and we answer: What can I do! I LOVE him!
- guy
- herif
Tom öyle herifleden nefret eder.
-Tom hates guys like that.
Hadi yakalayalım şu herifi.
-Come on let's catch that guy.
- associate
- birleştirmek
- friendly
- arkadaşça
Japonya ve ABD arasındaki arkadaşça ilişkileri sürdürmeliyiz.
-We must maintain the friendly relations between Japan and the U.S.
Ona arkadaşça bir cevap yazdı.
-He wrote her a friendly response.
- gentleman
- centilmen
Bir centilmen böyle bir şey yapmazdı.
-A gentleman wouldn't do such a thing.
O hiç centilmen değil.
-He is not at all a gentleman.
- gentleman
- beyefendi
O, Amerikalı bir beyefendi değil mi?
-Isn't he an American gentleman?
Tom'un her inçi bir beyefendi idi.
-Tom was every inch a gentleman.
- partner
- ortak
Biz rakibiz, ortak değil.
-We're competitors, not partners.
İki adam iş ortaklarıydı.
-The two men were business partners.
- dude
- ahbap
Biraz şarap içelim mi, ahbap?
-Are we gonna get some wine, dude?
Parti harikaydı ahbap.
-That party was great, Dude.
- pal
- ahbap
Bana yardım ettiğin için teşekkürler, ahbap.
-Thank you for helping me, pal.
- buddy
- {i} ahbap
Onu izlesen iyi olur, ahbap.
-You'd better watch it, buddy.
- kid
- çocuk
TV'nin çocuklar için kötü olduğunu düşünüyor musun?
-You think that TV is bad for kids?
Çocukken pamuklu şekerin ve bulutların benzer olduklarını düşünürdüm.
-When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
- man
- insan
İnsan gülebilen tek hayvandır.
-Man is the only animal that can laugh.
Bugün, bir sürü insan işsiz kalma konusunda endişeleniyor.
-Today, many people worry about losing their jobs.
- friendly
- arkadaş canlısı
Endişelenme. İlk bakışta korkutucu gözükebilir, ama aslında çok arkadaş canlısı bir insandır.
-Don't worry. He may look intimidating at first glance, but he's actually a very friendly person.
Sınıfımdaki bütün öğrenciler arkadaş canlısı.
-All the students in my class are friendly.
- man
- erkek
Kaç tane erkek kardeşin var?
-How many brothers do you have?
Michael bir erkek adıdır ama Michelle bir bayan adıdır.
-Michael is a man's name but Michelle is a lady's name.
- boy
- {i} delikanlı
Nehirde yüzen delikanlı kimdir?
-Who is the boy swimming in the river?
Parkta bir sürü delikanlı çalışıyor.
-A lot of boys are running in the park.
- associate
- {i} iş arkadaşı
- kid
- küçük çocuk
- boy
- {i} oğlan
Küçük oğlan hayvanat bahçesinde.
-The little boy is at the zoo.
Oğlana gönderilen mektupta ilginç bir öykü vardı.
-There was an interesting story in the letter to the boy.
- friendly
- {s} cana yakın
Tom Mary'nin o kadar cana yakın olacağını ummuyordu.
-Tom didn't expect Mary to be so friendly.
Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.
-My boyfriend is smart, handsome, and friendly too.
- boy
- erkek çocuk
Tom ve arkadaşları sahilde oturdu ve erkek çocuklarının yüzmesini izledi.
-Tom and his friends sat on the beach and watched the boys swimming.
İki erkek çocuk yemeklerini kendi aralarında pişirdi.
-The two boys cooked their meal between them.
- friendly
- dostane
Biz komşu ülkelerle dostane ilişkileri devam ettirmeliyiz.
-We should keep up friendly relations with neighboring countries.
Biz bir zamanlar düşmandık fakat baltayı gömdük ve şimdi birbirimizle dostane şartlardayız.
-At one time we were enemies, but we've buried the hatchet and we are now on friendly terms with each other.
- partner
- eş
Eşinizle nasıl tanıştınız?
-How did you meet your partner?
Güvercinler ömür boyu aynı eşle kalırlar.
-Pigeons stay with the same partner for life.
- friendly
- dostça
Amcam bana dostça bir tavsiye verdi.
-The uncle gave me a friendly piece of advice.
Bana dostça bir öğüt verdi.
-He gave me a piece of friendly advice.
- friend at court
- torpil
- friend at court
- dayı
- friend at court
- tanıdık
- friend at court
- arka
- friend of the court
- bilirkişi
- friend of the court
- uzman müşavir
- friend of the family
- aile arkadaş
- friend of the public
- halkın dostu
- friend ship
- arkadaş gemi
- friend and foe
- dostu düşmanı
- friend invitation
- arkadaş daveti
- friend relationships
- arkadaş ilişkileri
- fresh air friend
- temiz hava delisi
- individual
- özgün
- buddy
- arkadaş
Eğer herkesle ve herhangi biriyle arkadaş olursan, çok geçmeden insanlar senin insanları memnun eden biri olduğunu düşünecekler.
-If you buddy up to everybody and anybody, pretty soon people will think you're just a people-pleaser.
Arkadaşım dikkatsizce sürmez.
-Buddy doesn't drive carelessly.
- associate
- {i} ortak
Dan, ortaklarına yalan söyledi.
-Dan lied to his associates.
Şirket birleşmeler ve diğer fırsatlar üzerinde çalışmak için 25 yeni ortak ekledi.
-The firm has added 25 new associates to work on mergers and other deals.
- mate
- arkadaş
Tom ve arkadaşları alemlere akıp zil zurna sarhoş oldu.
-Tom and his mates went on a pub crawl and all ended up pretty drunk.
Tom ve ben ruh arkadaşlarıyız.
-Tom and I are soul mates.
- associate
- {i} öğretim üyesi
- friendliness
- arkadaşlık
- pal
- arkadaş
Tom'un Avustralya'da bir kalem arkadaşı var.
-Tom has a pen pal in Australia.
Parayı arkadaşımla yarı yarıya paylaştım.
-I halved the money with my pal.
- buddy
- lan/arkadaş
- friendly
- canciğer
- kid
- küçük
Küçükken, bulutları pamuk şekere benzetirdim.
-When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
-Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
- associate
- arkadaşlık etmek
- associate
- bağdaştırmak
- buddy
- kanka
Neden kankam bir geri zekalı?
-Why is my buddy an idiot?
- friends
- arkadaşlar
Facebook'taki arkadaşlarının resimlerine bakmak vakit kaybıdır.
-Looking at your Facebook friends' photos is a waste of time.
Onun kız kardeşi ile ben iyi arkadaşlar olacağız.
-His sister and I will be good friends.
- gentleman
- bey
İstasyonda güvenilir bir beyefendiyle karşılaştım.
-I met a certain gentleman at the station.
O, Amerikalı bir beyefendi değil mi?
-Isn't he an American gentleman?
- guy
- {f} takılmak
Sanırım Tom siz arkadaşlarıyla iki gece peş peşe takılmak istemiyordu.
-I think Tom didn't want to hang out with you guys two nights in a row.
Tom tam olarak Mary'nin takılmak istediği adam türü.
-Tom is exactly the sort of guy Mary wants to hang out with.
- individual
- fert
- friendly
- dostluk maçı
- buddy
- kafadar
- fellow
- arkadaş
O, güzel bir arkadaş gibi görünüyor.
-He seems to be a nice fellow.
O her zaman iş arkadaşlarından izole edilmiştir.
-He is always isolated from his fellow workers.
- buddy
- dili arkadaş
- buddy
- kardeş
Büyük bir hata yaptın, kardeş.
-You made a big mistake, buddy.
- kid
- kandırmak
- associate
- {s} birleşmiş
- associate
- bağlı olan
- associate
- arkadaş
Tom gibi insanlarla arkadaşlık etmem.
-I don't associate with people like Tom.
- buddy
- birader
- fellow
- akademi üyesi
- former friend
- eski arkadaş
- friends
- ihvan
- friends
- arkadaş olmak
Nancy ile arkadaş olmak istiyorum.
-I want to make friends with Nancy.
Tom Mary ile arkadaş olmak istiyor.
-Tom wants to be friends with Mary.
- friendly
- nazik
- friendly
- samimi
O sıcak, samimi bir toplantı oldu.
-It was a warm, friendly meeting.
Ben onunla samimiyim.
-I am friendly with her.
- friendly
- ahbapça
- guy
- rezil etmek
- man
- yönetim
Sendika yönetimle pazarlık yaptı.
-The union bargained with the management.
Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.
-Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels.
- associate
- (Ticaret) meslektaş">(Ticaret) meslektaş
- associate
- (Ticaret) ticari şirketin ortağı
- associate
- ilişkilendirilmiş
- associate
- (Ticaret) katılan
- associate
- (Ticaret) ticari şirket ortağı
- associate
- ilişkilendirme
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
-We tend to associate politicians with hypocrisy.
- associate
- (Ticaret) yasal ortak
- associate
- (Ticaret) iştirak
Üç iştirakçi yeni bir şirket kuracak.
-The three associates will set up a new company.
- associate
- (Matematik) yandaş">(Matematik) yandaş
- associate
- birliktelik kurmak
- associate
- (Politika, Siyaset) ortaklık yapmak
- associate
- (Ticaret) hukuki ortak
- associate
- tabi
- associate
- yarı/muhabir üye
- associate
- (Ticaret) yardımcı
Dr. Hellebrandt bu mükemmel üniversitede yardımcı doçenttir.
-Dr. Hellebrandt is an associate professor in that excellent university.
- associate
- iş ortağı
O, benim iş ortağımdı.
-He was my business associate.
Tom sadece bir iş ortağı.
-Tom is just a business associate.
- associate
- (Ticaret) ortalı">(Ticaret) ortalı
- associate
- birlikte
- associate
- (Ticaret) ortaklık etmek
- associate
- ortaklık
- bosom friend
- (deyim) kanki">(deyim) kanki
- bosom friend
- yakın arkadaş
Tom ve Mary yıllardır yakın arkadaş olmuşlardır.
-Tom and Mary have been bosom friends for years.
- boy
- ufaklık
- boy
- uşak
- boy
- kızan
- boy
- erkek genç
- boy
- çocuk garson
- childhood friend
- çocukluk arkadaşı
- commercial friend
- (Ticaret) iş arkadaşı
- dude
- şehirden gelen tatilci, turist
- fast friend
- yakın arkadaş
- fellow
- yakın arkadaş
- fellow
- (Argo) delikanlı">(Argo) delikanlı
- fellow
- herifçioğlu
- fellow
- üniversite öğretmeni
- fellow
- (Argo) genç adam
- fellow
- emsal
- friendless
- dostsuz
- friendliness
- güler yüz
- friendliness
- cana yakınlık
- friendly
- kibar
- friendly
- babacan
- friendly
- yardıma hazır
- friendly
- hayırhah
- friendly
- yakınlık göstermek
- friendly
- kanı sıcak
- friendly
- iyi niyetli
- friendly
- doştça
- friends
- yâran
- guy
- ip
- guy
- herifçioğlu
- guy
- vento
- guy
- alaya almak
- guy
- halat
- guy
- gergi kablosu
- individual
- tekil
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
-Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- individual
- (Tıp) individual
- intimate friend
- kafadar
- kid
- genç
Ben gençken, bir çocuğun sahip olabileceği en modern şey, bir transistör radyoydu.
-When I was young, the hippest thing a kid could own was a transistor radio.
Daha genç çocuklarla uğraşmayın.
-Don't pick on younger kids.
- man
- koca
Rahip onları koca ve karı ilan etti.
-The priest pronounced them man and wife.
Onlar karı koca oldu.
-They became man and wife.
- man
- kent çapında ağ
- man
- el ile
El ile sürebilir misin?
-Can you drive manual?
- man
- yeterince insan olmak
- man
- adam vermek
- man
- mide
Midesi dolu olan bir insan kimsenin aç olduğunu düşünmez.
-A man with a full belly thinks no one is hungry.
Bir erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.
-The way to a man's heart is through his stomach.
- man
- zevk
Neden odun kesmekten büyük zevk alan bu kadar çok insan olduğunu biliyorum. Bu aktivitede sonuçları hemen anında görürsünüz. -- Albert EINSTEIN
-I know why there are so many people who love chopping wood. In this activity one immediately sees the results. -- Albert EINSTEIN
Bu vakitten sonra adam ve karısı birlikte o kadar mutlu yaşadılar ki onları görmek bir zevkti.
-From this time the man and his wife lived so happily together that it was a pleasure to see them.
- man
- kimse
Hiç kimse adaylığı kazanmak için yeterli oy almadı.
-No man received enough votes to win the nomination.
Hiç kimse kaç kişi öldüğünden emin değildi.
-No one is sure how many people died.
- mate
- (Tıp) mate
- mate
- (Askeri) ikinci süvari
- mate
- birbirine geçirmek
- mutual friend
- ortak dost
- my boy friend
- erkek arkadaşım
- my dear friend
- can dostum
- my dear friend
- canım arkadaşım
- my only friend
- tek dostum
- true friend
- can dostu
- gentleman
- {i} bay
Gerçek bir beyefendi bir bayanı bekletmemeli.
-A true gentleman must not keep a lady waiting.
O bir bayan olduğu için, bu yüzden o bir beyefendi.
-As she is a lady, so he is a gentleman.
- associate
- hakları sınırlı üye
- associate
- ortak çalışma arkadaşı
- associate
- düşünmek
- associate
- {f} ortak ol
- associate
- birleşmek
- bosom friend
- can ciğer kuzu sarması
- bosom friend
- can yoldaşı
- boy
- Üf!
- boy
- Vay canına!
- boy
- Vay be!
Vay be, bu cümle de amma tantana kopardı.
-Boy, that sentence sure caused a kerfuffle.
- buddy
- ulan
- buddy
- lan
- close friend
- yakın arkadaş
Tom ve Mary yakın arkadaşlar.
-Tom and Mary are close friends.
Konuşacak yakın arkadaşları yok.
-He has no close friends to talk with.
- dude
- züppe adam
- fair-weather friend
- iyi gün dostu
- fast friend
- güvenilir dost
- fellow
- adam
O, çok hoşgörülü bir adamdır.
-He is a very decent fellow.
Şu adam doğruyu yanlıştan ayıramaz.
-That fellow can't tell right from wrong.
- fellow
- benzer
- fellow
- hemcins
- fellow
- kişi
- fellow
- dost
Sami dostu olan itfaiyecilerle takılıyordu.
-Sami hanged out with his fellow fire fighters.
- friendless
- kimsesiz
- friendless
- dostu olmayan
- friendliness
- kullanım kolaylığı
- friendly
- dost
Ken dost canlısı bir kişi olarak görünüyor.
-Ken appears to be a friendly person.
Beyefendi ile dostça bir konuşma yaptık.
-We had a friendly talk with the gentleman.
- friendly
- içten
- friendly
- yardımsever
- gentleman
- {i} kibar kimse
- gentleman
- adam
Sen bir beyefendi ve bir bilim adamısın.
-You're a gentleman and a scholar.
Adamı örnek bir beyefendi olarak tanımladı.
-He described the man as a model gentleman.
- girl friend
- kız arkadaş
O yerel bir kuyumcudan çaldığı bir yüzükle kız arkadaşına evlenme teklif etti.
-He proposed to his girl friend with a ring he had stolen from a local jewelry.
- intimate friend
- yakın dost
- mutual friend
- müşterek dost
- pen friend
- mektup arkadaşı
- sincere friend
- samimi arkadaş
- man
- adam
Sağlıklı olan adam sağlığın değerini bilmez.
-A healthy man does not know the value of health.
Polis adamın peşinde.
-The police are after the man.
- Friends
- arkadaşları
- I want to be your friend
- arkadaş olmak istiyorum
- Man
- Man
- a friend in need is a friend indeed
- (Atasözü) Dost karagünde belli olur
- a friend of ours
- dostlarımızdan biri, bir dostumuz
- a true friend is always there when you need them
- gerçek arkadaş, ihtiyacın olduğunda yanında olandır
- associate
- ile görüşmek
- associate
- {f} ilişkilendir
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
-We tend to associate politicians with hypocrisy.
Biz özgürlük dediğimizde onu Lincoln ile ilişkilendiriyoruz.
-When we say liberty, we associate it with Lincoln.
- associate
- Birbirleriyle ilişkilendirmek, aralarında ilişki kurmak
Which of these phrases do you associate with the pictures?.
- associate
- benzetir
- best friend
- en iyi arkadaş, en yakın arkadaş
- bosom friend
- can dostu
- bosom friend
- canciğer dost
- bro
- (Brother) Bir hitap kelimesi olarak, "kardeş", "dostum", "arkadaşım", "kanka"
İlgili Terimler
friend teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- boy
- Uzunluk
- Boy
- (Osmanlı Dönemi) TUL
- Boy
- KLAN
- Boy
- anar
- Boy
- kamet
- Boy
- kabile
- DUDE
- (Osmanlı Dönemi) Kurtcağız, küçük solucan, böcek
- boy
- Uzaklık: "Günde üç boy şehrin öbür ucuna gider, gelir."- H. Taner
- boy
- Kumaş için ölçü
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı: "Sınır boylarındaki şeyhlerin göğsünde İngiliz ve Alman nişanları yan yana idi."- F. R. Atay
- boy
- Destan: "Boy boyladı, soy soyladı."- Dede Korkut
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık
- boy
- Dede Korkut kitabında destan, hikaye anlamında kullanılan sözcük
- boy
- Zerdüştiler'de sunulan tütsü
- boy
- Afrika ve Asya ülkelerinde genç yerli hzimetçilere ingilizlerin verdiği ad
- boy
- Uzaklık
- boy
- Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalığı bulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve ekonomik ilişkilerini anaerkil, ataerkil anlayışı uygulayan geleneksel topluluk, kabile, klan: "Türk boyları birbirlerini kardeş tanıyorlar."- O. S. Orhon
- boy
- Destan
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı
- boy
- Bir yüzeyde, en sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, en karşıtı
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık: "Boyu uzundu, yalnız biraz fazla semizdi."- Ö. Seyfettin
- guy
- Müslümanlara karşı savaşlarda krallığını kaybeden Kudüs Haçlı kralı(1187)
İlgili Terimler
friend teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- Brand name of a spring-loaded camming device now manufactured by Wild Country. Now used (often without initial capital) to refer to any such device
Örnek Cümle:
See.
- A Quaker; a member of the Society of Friends
- Used as a form of address when warning someone
Örnek Cümle:
You’d better watch it, friend.
- An object or idea that can be used for good
Örnek Cümle:
Google is your friend.
- To act as a friend to, to befriend; to be friendly to, to help
Örnek Cümle:
Lo sluggish Knight the victors happie pray: / So fortune friends the bold .
- A person with whom one is vaguely or indirectly acquainted
Örnek Cümle:
a friend of a friend.
- A boyfriend or girlfriend
- An associate who provides assistance
Örnek Cümle:
The police is every law abiding citizen’s friend.
- To add a person to a list of friends on one's social networking site; to officially designate (someone) as a friend
Örnek Cümle:
One of the most used features of MySpace is the practice that is nicknamed friending. If you friend someone, then that person is added to your MySpace friends list, and you are added to their friends list.
- A person other than a family member, spouse or lover whose company one enjoys and towards whom one feels affection
- In object-oriented programming, a function or class granted special access to the private and protected members of another class
Örnek Cümle:
To make a function be a friend to a class, the reserved word friend precedes the function prototype.
- A person who backs something
Örnek Cümle:
I’m not a friend of cheap wine.
- A class which has unlimited access to private members to the class who declares it as friend Disabled by derivation Rule: "My father's friends are not my friends"
- by opposition to war and a desire to live at peace with all men
- one who is affectionately attached to another; pal, buddy; fan, supporter; one who belongs to the same group; one who is not hostile; member of the Religious Society of Friends, Quaker {i}
- The word is some times used as a term of friendly address
- peng yau
- One who looks propitiously on a cause, an institution, a project, and the like; a favorer; a promoter; as, a friend to commerce, to poetry, to an institution
- A friend is someone who you know well and like, but who is not related to you. I had a long talk about this with my best friend She never was a close friend of mine. Sara's old friend, Ogden
- a type of declaration used within a class to grant other classes or functions access to that class See access control
- If you make friends with someone, you begin a friendship with them. You can also say that two people make friends. He has made friends with the kids on the street He had made a friend of both girls
- To act as the friend of; to favor; to countenance; to befriend
- Ann Gillman
- A paramour of either sex
- One not inimical or hostile; one not a foe or enemy; also, one of the same nation, party, kin, etc
- In C++, a specially declared class or method which is granted access to the private parts of the class in which its friend declaration is found
- Refers to one attached to another by affection or esteem
- If you are friends with someone, you are their friend and they are yours. I still wanted to be friends with Alison We remained good friends Sally and I became friends
- Everybody who has the fortune to be out of the reach of your weaponery
- a person who backs a politician or a team etc ; "all their supporters came out for the game"; "they are friends of the library"
- whose friendly feelings may be assumed
- The friends of a country, cause, organization, or a famous politician are the people and organizations who help and support them. The Friends of Birmingham Royal Ballet
- a person with whom you are acquainted; "I hav
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.